Vardı bizde Safi adlı bir kişi,
Pek yavaş, bîçâre, saf bir kişi.
Deri satıp, yün alarak geçinirdi;
Bütün işi bu idi, yoktu insan ile işi.
Kavgası yok, dövüşü, dalaşması yok.
Darılmaz, dayak atsa bile birisi.
Dini bütün, pek sağlam takva sahibi,
Dikkatli, dinde pek güçlü kişi.
Pek güzel kurulmuş hayâtı,
İyiydi, çok güzel günler görmüştü.
Var idi Fatma adlı bir hatunu;
Yazayım bu hatunun huyunu,
Her işi bu Fatma becerir idi;
Överim: Becerir idi, bulur idi.
Hem çirkin değildi yüzce de,
Öyle idi, kılığı kıyafeti de.
Bu hatunun heybetiyle, gayreti
Celbederdi her zaman hayreti.
Safi hanım idi, o, efendidir,
Dünyada böyle Sâfi’ler az mıdır?
Safi Efendiye durmadan hükmederdi,
Safi boyun, Fatma Hanım, baş idi.
Safi Efendiyi ezer, toz gibi,
Kabararak atılır, hindi gibi.
Safi Efendiye bolca dayak atar,
Safi, buna her zaman fırsat verir.
Başını eğer, arık at gibi durur,
Fatma’sı yüğrük at gibi durur.
Fatma Abla, öfkelenir herşeye,
Şuna, buna, söylenir herşeye,
Ya semaver ya da demliğe,
Lamba yanmıyor, kısa imiş fitili diye.
Göz açtırmaz, Safi Efendiyi iter kakar.
Bilinmez, nereden fitne bulur çıkarır.
Şimdi yazayım burada belânın bâzısını,
Binde birini, bâzısından bâzısını.
Birgün Fatma Hanım kocasına,
Şu işleri getir yerine, der.
Kalpağım eskidi, yenisi gerek,
İncisi ve mercanı da pek seyrek.
Görmüyor musun sen, falanın gelinini,
Etek giyiniyor, benim ondan nem eksik?
Ben de çok severim, güzel giyinmeyi,
Niçin bana almıyorsun, niçin?
Bu sözlerle zavallı kocasını tahrik eder,
Cevap verecek olursa, suratına vurur.
Safi Efendi gider, boynunu bükerek,
Gözlerinden sıcak gözyaşlarını dökerek,
Harcar pazarda, en son kuruşunu da.
Çok yazdım okuyucularım, siz yoruldunuz.
Tahammül edilmeyecek noktaya geldiniz.
Şimdi yazayım, Fatma’nın hayat hikâyesini.
Gidişatını, nasıl hayat sürdüğünü.
Birgün, gelir ona yaşlı kötü bir kadın,
Uğursuz, yüzü kara bir cadı.
Ahlâksızlığı kendisine iş edinmiş,
Çıkanrmış, kadınları doğru yoldan.
O gün oraya gelir bu kadın,
Takarak boynuna hilekârlık torbasını.
Der: Kızım, sana çok acırım,
Bu haksızlığa dayanamam, isyan ederim,
Sen kızım, nur yüzlüm, pek gençsin.
Göster gençliğini, bütün dünyaya.
Gençlik vaktinde kalma, yaşlı kocanla,
Sevme kart kocanı, kal tek başına,
Ömrünü geçirme, kocanla kalma.
Otur yerinde, kocanla oluncaya kadar.
Durma birgün bile kocanla kızım,
Durma, yıldızım, durma elmasım.
Neden duruyorsun kocanla kızım?
Geçer kaygılarla gecem ve gündüzüm.
Beş para etmez, kart kocan senin,
Gençliğinle güzelliğin, altındır senin.
Kocanın olmadığı zamanlar, gençleri bul,
Tek bir kelimeni mücevherle değiştirenleri bul.
Delikanlıların koynu cennettir, ağzı bal.
Yüzü pembe beyazdır, boyu dal.
İşte bu sözler Fatma’yı tahrik eder,
Genç yüreği, deli gönlü titrer.
Neden sonra, günlerden birgün Fatma,
Gitmeğe başladı gençlerin evine.
Bir genç, sonra ikinci genç gelip öper,
Fatmanın şaşkınlıktan ağzı açık kalır.
Bir müddet sonra, gitmektedir bahçeye.
İffetini satmak için, üç beş akçaya.
Almağa başladı, gençleri koynuna,
Uyurdu sarılıp boynuna.
Kocasını kaale almıyordu hiç.
Sâfi’nin kılıbık olduğunu söyledim ya.
Gece gündüz oynar da oynar,
Düşünmezdi oynamanın sonunu.
Safi Efendi, yalvarır hanımına,
Bilmemezlikten gelir hem bilse de.
Göz yumar hanımının herşeyine,
Yıkar kara kargayı sabun ile.
"İftira ediyorsunuz, Fatma paktır,
Temizdir, sudan da, sütten de aktır".
Safi olmuş Fatma Ablatya mürit,
Ne isterse yaparmış o sebeple.
Defalarca onu yabancılarla gördüler,
Hanımını askerlerle gördüler.
Safi Efendi’cik her zaman onu aklardı.
Hanımının bu hâline, aldırmazdı.
Böylece, geçip gitti, beş sene;
Sonra, altıncı sene geldi yine.
O sene de Fatma, yine aynı Fatma,
Çağırır, gider, gençlerin evine.
Safî Efendi ondan ayrılmıyordu;
Hanımı için kaygılanmıyordu.
Fatma, öyledir deseler inanmazdı.
Buna yürekler nasıl dayanmazdı?
Neylesin, var bir oğul, bir kız çocuk,
Annesi giderse, öksüz kalırdı onlar.
Nasıl ayırsın, dürüst yoldaşını,
Hayat arkadaşını, evdeşini.
Boşayamıyordu bu sebeple onu,
Şerefini lekeliyor, ediyordu kendini helak.
Safi Efendi anlamazdı, şeriâtten de,
Aklında değildi, şeriatın icâpları,
Ulaşmazdı şeriatın kokusu bile burnuna.
Deriden anlardı, şeriatın yerine.
SûJ"iliğine, Safi Efendi, sûfiydi,
Vakit namazlarını geçirmeden kılardı.
Dini bilmeyince, boş sûf ilik neye yarardı?
Lâyıkıyla bilse dini, Fatma’yı tutmazdı,
Hergün zehirli ateşler yutmazdı.
Tutmazdı karşısında fahişe,
Fahişelik hangi dîne yakışır?
Korkarmış, öksüz kalır iki yavru,
Neden korkayım, isterse öksüz kalsın on iki yavru!
Bundan ibaretti bütün hâdise,
Geçmekteydi, bu minval üzre altıncı sene,
Fatmamız devam etmekteydi o işe.
Bütün işi bu idi, gece ve gündüz.
Komşularının bu hâle, sıkılıyordu canları,
Dayanamıyordu, canları ve vicdanları.
Çünkü, komşuda gece gündüz zina,
Bağdaşamazdı zina ile hiç gına.
Komşuların aş olmazdı aşları,
Dökülürdü, hem de gözyaşları.
Komşular, sabrettiler, sabrettiler,
Sonunda Safiyi zorladılar.
Dediler:nSen iyilikle ayrıl,
Bu kadından kanadını kopar.
Yoksa tez boylarsın, mahkemeyi;
Ömrün geçer, mahkemede, hapishanede".
Okuyucum, düşün, bak, bu ne biçim kocadır?
Böyle kocayı yutmaz durur, neden yer?
İşte bu ikâzların sonunda, çar nâçar,
Safi, hanımının kusurunu yüzüne vurur:
"Git artık, der, benden sana ihtiyar,
Cadı kan nereye çağırırsa, oraya var".
Ey hatun, çöplüğe düştü artık yıldızın,
Bahtiyar edemez seni kart domuzun.
Fatma gitti, alarak yastığını,
Boynuna asarak, azık ve su kabını.
Fa ‘Hâtûn f â ‘Hâtûn f â Vat,
Evvelâ olsun, üstadımızın ruhu şad.
Bundan sonra, Fatma Abla kocasız kaldı,
Aşsız susuz, evsiz barksız kaldı;
Şimdi bakalım, neyleyecek, dertsiz kaldı;
Kalan ömrü nasıl geçer, görelim şimdi.
Şimdi, başıboş, çıkıp yürür sokaklarda,
Varıp yatar, yaprak altında, ormanlarda,
İsmi geçti, hikâye ve romanlara,
Macerasını terennüm ederek, yazayım, şimdi.
Böyle yaşarken, pek göresi geldi, kocasını,
Yavrularını, ömür geçirdiği evini barkını;
O ânda kart şeytana gelin olduğunu, anladı,
Çok çaresiz kaldığını sezdi, şimdi.
Yalnız gezerdi, bahçelerde, ormanlarda,
Mâruz kalırdı, soğuğa, yağmura, boraya,
Ömrü geçti, hayvan gibi ormanlarda.
Orman evim, Rus kocam der, şimdi.
Bugüne kadar olanları, buraya yazdım,
Yaza yaza, artık yazıp gideyazdım;
Ey Fatma, acırım sana, neden azdın?
Azmayanı hiçbir kalem yazmaz, şimdi.
Neyi görsem, onu yazarım,
Yazı yazmaktan başka yoktur, pazarım;
Hiç eksiksiz yazarım, der demez yazarım,
Başlanılan iş bırakılmasa gerek, şimdi.
(1906)
Çevirmen: Dr. Fatma Őzkan
(Чыганак: Abdullah Tukay’in şiirleri. — Çevirmen Dr. Fatma Őzkan. — Türk Kültürünü Araştirma Enstitüsü, 1994).
(Источник: Abdullah Tukay’in şiirleri. — Çevirmen Dr. Fatma Őzkan. — Türk Kültürünü Araştirma Enstitüsü, 1994)
Г.Тукайның бу шигыре татарча: Кечкенә генә көйле бер хикәя, Keçkenä genä köyle ber xikäya
Это стихотворение Г.Тукая в переводе на русский: Маленький рассказ в стихах (Пер. А.Шпирта)
Это стихотворение Г.Тукая в переводе на русский: Маленький рассказ в стихах (Пер. В.С.Думаевой-Валиевой)