Din artık eski, yıkılmaya yüz tutmuş çürük duvar,
Parmağınla dokunsan azıcık, hemen çöker.
Bilirsiniz ki, ağaçlar da kurumağa başlar;
Bülbül yerine, yuva yapınca başında kargalar!
Niçin ağa, mescitte, boşuna dudağını kımıldatır?
"Fısıltı"sından komşusu, onun duâ okuduğunu anlasın diye.
Kim yatar, kim kalkar, diye bakınır donuk gözleriyle,
Bir noktasını bile bilmez aslında Kur’an’ın.
Sen gelirsin ağa, buraya geldiği için baban.
O da sen geldiğin için gelir, dışarıda-durmaktadır palton!
Söyle, ne yapıyorsun mesçitle sen, lüccâr?
İyi misin, bu ara işlerin sıkı mıdır?
Nasıl geçiyor pazarlıklar, deri çok geldi mi?
Kıldığın namazı hacı ağabeyin gördü mü?
Görseydi, takdir ederdi seni, kâmil insandır Ahmet, derdi:
Doğru yoldaymış, teşekkürler ona, derdi.
Aferin! Aferin! niye mesçitte sen mırıldanırsın;
Ötersin, Kur’an’ı yularsın, tok sığır gibi fısıldayıp.
Cumadan sonra kimde yemek olduğunu sezer, beyaz dişlerin.
Geçen günkü cenâzeden çok para mı kazandın?
(1912)
Çevirmen: Dr. Fatma Őzkan
(Чыганак/Источник: Abdullah Tukay’in şiirleri. — Çevirmen Dr. Fatma Őzkan. — Türk Kültürünü Araştirma Enstitüsü, 1994).