(Maykov’dan)
Evvel zamanda vardı bir zengin insan,
Çok yerdi, şişerdi karnı, dağ gibi.
Issız sokaktan geçtiği zaman,
Bir serçe geldi, uçarak.
Serçe, evet serçe! İşle uçtu.
Cıvıltılarla kondu, zenginin şapkasına,
Cik çık ederek başındaki kürküne.
Kuşçuk, cikcik diyerek geldi.
Nasıl olur da korkmaz kuş, dedi, adam silkindi.
Kürek büyüklüğündeydi, adamın elleri.
Uzatarak elini, bir ânda tuttu serçeyi.
Konuşmağa başladı serçe, bıraktı cik cik ötmeyi.
Serçenin konuştuğu dil, insan diliydi;
Ham ile Yafes ve Sam’in diliydi.
Adama şu sözleri söyledi:
(Tutsak kuş, bilir zenginin dikkatini):
"Bey, faydalı olurum ben sana,
Tüccâr için öyle fayda nerede?
Ancak, bey, sen evvelâ azal et beni,
Olacaksın, mutlu ve zengin, dinlersen beni.
Başımı bırakırsan, eğer sen;
Faydalı üç nasihat söyleyeceğim.
Üç doğru söz ki, sana çok faydalı,
Bulunmaz tüccarda öyle fayda".
— Peki, peki, çabuk kurtulursun;
Etmem, öyleyse etmem ben sana azap.
Serçe der: "Üç hakikat şudur:
Pişman ol sen, ağla; dönmez geçen iş.
Hiçbir zaman yapma gücünün yetmeyeceği iş;
Gücünün yettiği kadar çalış.
Herkesin sözüne, sakın inanma.
Kendinden başkasına, fazla bel bağlama".
Dinledikten sonra zengin der: "Bundan fayda yok,
Böyle boş söz nerede bulunmaz, kimde yok.
Sözlerini dinlemeğe değmez bile.
Söylediklerin geçmez akçedir ticârette!"
Zenginin sözlerine kuş biraz üzülür,
Konuşmağa başlar zenginin avucunda, yeniden:
"- Geçen gelmez" sözünün,
Mânâsını izah edeyim, dinle, iyice,
Bir kere tutup, bıraklıysan, beş, on, yüz binlerce,
Sen ağlama, ya da içme her gece.
"Yapma, gücünün yetmediği işi" sözünden kasıt:
Gitme Moskova’ya, "verir" diye, sen ol uzak.
Hırsla, para peşine düşerek, gitme.
Az mı uçmuştur, hâlbuki, para elden kayarak.
"Her söze inanma" için de derim:
Herkes kendi fikrince, âlimdir, imamdır;
İddiası ise, çok bilirim, evvelâ ben bilirim".
İçleri doludur hata ile, yalan ile.
Kim söylemiş; gökteki turna için,
Uçurmuştur elindeki kuşlarını.
Sözlerin yeni şeyler değil, ancak yine de ol âzât,
Git, kaybol gözden, sema edemem azap.
Bey o sırada, durmaktan bıkarak,
Gitti yoluna, ellerini arkasına koyarak.
Kuş adamın başı üzerinde hızla uçar,
Durmaz uçar, durmaz hiç, bir noktada.
Adamın ya kulağından geçer,
Ya sağından, ya solundan uçar.
Bir defa, adamın tam burnuna dokunur.
Yakınlardaki bir evin çatısına konar.
Adam der: "Ben azat eltim seni,
Neden rahatsız ediyorsun beni?
Senin gibiler apaçık ortada.
Zarar yok, komik hâle düşsen de.
Başka misâl aramaya lüzum yok, işte senin
Eğer olsaydı bir parçacık idrâkin,
Olman mümkündü, daha zengin biri,
Tüccârlar arasında seçkin biri.
Fakat, vakit geçirdin dinleyerek hikâyemi,
Dinlediğin için, sancı pekçok teşekkürler.
Beni yakaladığın zaman, bilir misin,
Hemen yarsaydın eğer karnımı;
Görürdün, büyük ve hakikî bir mücevherin olduğunu.
Mübalağasız, yumurladan daha büyüktü o taş,
Dünyada emsâli yoktur ne de eşi!
Ölünceye kadar zenginliğe boğulurdun,
Ancak, akılsızlığın yüzünden donup kaldın".
Bu sözlerden sonra, adamın rengi değişti,
Kovulan bir kedi olmuştu sanki.
İleri, geri atıldı durmadan,
Nedendir bilinmez, alli adımını eğri eğri.
Şaşkınlıktan dizine vurdu, ah ederek;
Ah, deliyim ben, ah, ahmağım, dedi.
Bir yandan da düşünürdü bir hîle,
Hileli dünyada derler ki, faydalıdır hîle.
Deneyemez miydi bir kere daha.
Adam saçmağa başladı, olmayan söz dağarcığını
Kuşa doğru yöneldi, yılışarak;
Aldatıp da tutabilir miyim, diye.
Koşturdu, yuvasında döndü gözleri.
Kendince söylemeğe başladi, hileli sözleri:
"Ey kuşum, sevgili serçeciğim,
Dinle, sözlerimin gerçeğini söyleyeyim,
Bakar ve görürüm siz kuşlara,
Derim, vallahi kuşlar pek zavallı.
Yurtsuz, yuvasız, nedir bu çigenelerce hayat?
Bahar günleri iyidir hiç olmazsa.
Korkunçtur, kışı sizin gibi geçirmek.
O kara sonbaharın kırağılı kırları!
Ürpertici ve soğuk yağmurları!
Kışın da kar, soğuk ve fırtına!
Uçamaz kuşlar, üşümekten korkarak.
Ama, evlerde bizim gibi olmak istemez misin?
Orada gönlünün çektiği herşey var.
Soba yakarız, hava soğuk olursa eğer.
Yaz günlerinde ne yaptığımıza gelince,
Boldur yiyecek ve su, hadsiz hesapsız derecede;
Dolup taşar, her zaman vardır.
Uçacağına sen, pırpır da pır,
Bırak eski hayatını, bizim evde dur".
Kuş, adamın kendisini aldattığını bilir;
Bu söze, kahkahalarla güler ve der:
Bey bey! Sen olgunlaşmamışsın;
Miden büyümüş, aklın büyümemiş.
İddianı, güzel sözlerle, güzel dille anlatıyorsun ama,
Aklın, eşeğin aklına denktir.
"Kaçan fırsat dönmez" sözünü anlasaydın,
Beni yakalayınca, bırakmazdın.
Ağla sen, hem de gönülden üzül,
Kaçan fırsat dönmez, pişman ol, ağla, öl!
Kederlerle doludur kalbin şu ân.
Sıkılmaktadır için, şüphesiz her zaman,
Sıkıntıdan, belki işini bile bırakırsın.
Hem şimdi, "alma güç yetmeyecek iş."
Yakalanmam, istersen hileyle yılış.
Senin gibilere, dilinizde, "kuş beyinli", derler.
Ancak, bizde sizinkinden fazladır, baş ve beyin.
İnanma, demiştim herkese, herşeye.
Sen benim uydurma hikâyeme inandın.
İnsana değil, inandın kuşa bile.
Artık bağlı kalamam, bahara da kışa da…
Anladın mı, üç hakikat buydu.
Her üçü de, makbuldü, mâkûldü.
Budala, azıcık düşün, bak:
Benim karnımda hakikî taş nerede?
Yumurtadan büyük olur mu hem de?
Sığar mı benim mîdeme?
Kendin avucunda tutup durdun beni.
Bütün vücûdum bile yumurta kadar değil.
Hiçkimse senin kadar budala değil!"
Küfretti serçeye, yere tükürdü adam,
Gülünç hâle düştüğüne kızdı, herhalde.
Adam olanları anlatmadı, hiçkimseye,
Açmadı sırrını ne kadına, ne erkeğe.
Olanları etrâfa yaymadan, geçti günler,
Saklayarak tam yirmi yıl yaşadı.
Sâdece birgün aklı başından gidince,
İçip sarhoş olunca,
Eski sırrını açıkladı birisine.
Belki, şâir de, ondan elli iktibâs.
Çevirmen: Dr. Fatma Őzkan
(Чыганак/Источник: Abdullah Tukay’in şiirleri. — Çevirmen Dr. Fatma Őzkan. — Türk Kültürünü Araştirma Enstitüsü, 1994).